Gecenin
yorgun gözleri kadar karanlık bir odanın zifiri köşesine sinmişti. Ansızın can
evinden vuran yenilgiler sürüsünden oldukça bitkin düşmüştü. Gözyaşlarının saklamaya
değerde olduğunu günlerden kilometrelerce uzaktaydı. Gözyaşları çoktan
dinmişti. Dört duvar arasından çıkışı olmayan bir mahkumdan farksızdı. Yağmur
ve şiddetli gök gürültüsü dışında sessizlik krallığını ilan etmişti. Oysa
içinde bir savaş bulutu yükseliyordu. Korkuların dur durak bilmez prangalarının
varlığını iliklerinde hissedebiliyordu. Demirin soğukluğu asla bitmeyecek,
kısır bir döngü içinde sürekli olarak onu esir alacaktı. Bunu biliyordu. Zaman
içinde alışılmayacak hiçbir şey yoktur diye düşünüyordu. Ne ki bir demirin
soğukluğu içten içe artarak tüm vücudunu esir alıyordu. Yavaş yavaş..
Kaderine
teslim olacağını söylediği günler çok uzakta değildi. Sıcağı sıcağına,
kucağındaki aynada dahi hissedebiliyordu. Aynanın içinde hapsolmuş yanılsaması,
kaçamak bakışlar ardından bile can havliyle çığlıkların ardına sığınmasına
yeterdi. Dışarıda savaş, yüreğinde korku vardı. Epik şiirlerde anlatılan destansı,
alüminyum folyodan kaplanmış şövalyeler gibi aslan yürekli değildi. Ağırdı bu
yük. Hem de çok ağır.
Kurmaca düşlere
hediye edilmiş ruhtan arta kalanların birer tanıdığı olarak tüm gerçekliği inkar
edebilirdi. Ya da, eksik etek aklıyla tüm oyunları bir bir yıkabilir, bir deniz
kıyısına vuran, içinde bir miktar tuzlu su ile karışmış şarabın olduğu yeşil
bir şişenin içine tüm gerçekliği yazabilirdi. Karşı kıyıya vuran şişenin
içindeki ölümcül bilgiler kimin eline geçerdi bilemiyordu. Okunmasını istiyordu
sadece. Oysa öylesine korkuyordu ki düşüncepolisine yakalanmaktan. Adsız bir
mektubun peşinden izinin sürülmesi her ne kadar zor olsa da yakalanma korkusu
ağır basıyordu. Bir avcının duvarını
kellesi ile süslemek istemiyordu ve gerçeklikten her kaçışında bu
olasılıktan hep bir adım uzak kalıyordu.
Görüş
alanındaki izbe sokağı aydınlatan lambasının sarımtırak ışığı altında kaçışan
fareleri net şekilde gösteren delikten bakarken, yaşamayı isteyip istemediğini
kaçıncı kezdir soruyordu. Tüm bu gerçekliğin yanılsamasından yayılan
saçmalıklar gözünü kör edebilirdi. Ki bu yüzden kapalı tutuyordu gözlerini. Kör
olmuşcasına kendilerince yiyecek bulma savaşında cirit atan farelerin arasında
kendisinin nerede olduğunu düşünüyordu. Nereye aitti yok olmayacak, bitip
tükenmeyecek gecenin koynunda. Neden susuyordu, kimden korkuyordu? Bunu bile
tam olarak söylemekten korkuyordu. Korkunun kendisinden bile korkuyordu.
Aylar olmuştu
güneşin yüzünü görmeyeli. Kendisinden öylesine derin bir utanç duyuyordu ki,
yemek yememeye bile alışmıştı. Tüm gerçekliği görerek, bilerek susuyor olmasına
derin bir nefret besliyordu. Bu mahkum hayatını yaşamayı ta en başından
hakkettiğini düşünür oldu. Bedeniyle verdiği savaşta kendisi galip gelirken
bedeni günden güne savaşı kaybedeceğinin sinyallerini yavaş yavaş vermeye
başlamıştı. Hareketleri yavaşlamış, tuvalet ihtiyacını artık gideremez olmuştu.
Öleceğini biliyordu, anlamıştı. Son bir cesaret damlası gerekiyordu. Onca kaçışların
ardında bir miktar cesaret muhakkak olmalıydı. Olmak zorundaydı. Bunu yapmalıydı.
Karanlıkta gözüne ilişen bir kömür parçasını aldı ve yattığı yerden yazmaya
başladı. Yazdıkça bedenine işleyen sihirli bir iksir kanında dolaşmaya
başlamıştı. Bedeninin ısındığını ve gözlerinin daha iyi gördüğünü hissediyordu.
Karanlık yavaş yavaş aydınlığa doğru yol alırken büyük bir ışık patlaması
meydana geldi ve gözleri bu güzellik karşısında adeta kör olmuştu. Artık huzur
içinde savaştan galip çıktığına sevinebilirdi.
Göçebe | İnci
Yazarak hayata bir iz bırakabilir evet; ama bu yaşamayı seçtiği anlamına geliyor mu gelmiyor mu karar veremedim. Neredeydi, neden mahkumdu, fareler neden vardı, tuvaletini yapmayacak kadar ne olmuştu... Günlerini evde geçiren ve panik atak sahibi biri diye de düşündüm bir an, ama emin değilim...
YanıtlaSilKendi içine hapsolmuş, korkularından korkular üreten hayali biri. Gerçekler yazılmaya değer ama sistemden o kadar korkuluyor ki gerçekler kaleme alınamıyor. Bir yerde filtreleme ihtiyacı hissediyor insan. Burada daha çok benzetmelerle iç dünyasını ele almaya çalıştım hayalet kahramanımın.
SilYaşamak nefes almak mıdır yoksa özgürlüğüne kavuşmak mıdır ? Bu ikilem arasında kalıp özgürlüğünü seçiyor. İlk söylediğin gibi aslında. Yazarak yaşamayı seçiyor. Farklı bir algı söz konusu.. :)
Söylediğin doğrultuda tekrar okuyunca anladım... Bilerek susuyor olmasına kızıyordu cümlesinden de biraz. Bilerek susuyoruz hepimiz gerçekten de... Ama, konuşmanın yazmanın anlatmanın faydasızlığını anlıyor insan zamanla. Sen yorulduğundan değil, aslında hiç kimse gerçekten doğruyu bulmak istemediğinden. Herkes at gözlükleriyle baktığından, herkes kendi inandığını savunduğunu ileri sürdüğü şeye onu sorgulamadan tapındığından... Laf anlatmak deveye hendek atlatmaktan daha zor görünüyor bazen. Kendime de pay aldım, gidiyorum:) Kalemine sağlık.
SilUzun süredir yazamıyordum. Yazmadığım için yorum bıraktıktan sonra içimde yara oldu. Bir nevi senin adına yazdım diyebilirim. Beğendiysen ne mutlu bana :)
SilÇok beğendim hem de. Sadece okuduğum şeyleri özümsediğime emin olmaya çalışırım genelde:) Yoksa her okuduğumuz güzel yazıda bilimsel bir makale okur gibi bir şeyler aramanın mantıksızlığını bilen biriyim. Eline sağlık. Yaz tabii ki canım benim, vesile olmaktan onur duyarım.
SilKonuşmak, okumak, anlatmak, anlamak gibi çabaların yanında yazmak daha büyük bir savaş aslına bakılırsa. yazmaya başladınız, bir süre devam ettiğinizde daima daha büyük girdaplara dalıp hem kendinizi keşfedip kendinizle savaşmak zorunda kalıyorsunuz hem de dış dünyayla savaşmaya başlıyorsunuz. asıl önemlisi bu savaşa cesaretle devam edebilmek.
YanıtlaSilYazma eyleminde kendinle savaşırken tam olarak kendine karşı çıkamadığından biraz kıyısından köşesinden dolaşıyor insan kendinin. tam açıklığıyla kendini koyamıyor aslında. :)
Diğerlerinin arasında, beyazların arasında siyah olmamak için çaba gösterirken griye bulanıp kalıyoruz. Ne kendimiz ne de başkası oluyoruz. Öylece ortalıkta çırpınıp duruyoruz.
Sil