Büyük bir sahnenin ortasında derin sessizliğin şarabını sonsuzluğa kaldırıyorum. Oyunun perdesi henüz kapalı fakat içimde bir şeyler tam olarak eskisi gibi değil. Bir başkasının oyununu kuralına göre oynamaktan yoruldum. Sil baştan kuralları kendimce şekillendirmeliyim belki de. Can kırıklarından arınmam, hüzün denizlerini kurutmam, uçurumları yıkmam gerek. Öylesine bir zar atıyor ki hayat! Sen ne atarsan at hiçbir anlam ifade etmiyor. Doğduğun andan itibaren bir sıfır yenik halde nefes almaya başlıyorsun. Gözlerini bile açamazken acımasızca ciğerlerine dolan oksijenin yakıcılığıyla param parça oluveriyor ümitlerin. Ağlıyorsun… Umarsızca… Çaresizce gözyaşlarını akıtmaya bile kıyamadan sadece ağlıyorsun.
Fazla beklentiler içine giriyorsun zamanla. En olmadık durumları kendine pay etmeye.. sahiplenmeye çalışıyorsun. Olur olmadık mevsimlerin ayazında kalıyorsun ve anlıyorsun ki fazla beklenti, canını yakmaktan öteye geçemeyen bir arzu. Bu vakit geldiği an bir hiçliğin kılıfına girip tüm insanlıktan kaçmak geçiyor içinden. Ve böylece yalnız kalmayı öğreniyorsun.. ona sımsıkı sarılıyorsun. Sevginin anlamını sorgulamadığın günlerde olmuyor değil hani. Nedense tüm yanlışlıkları bir hata mıknatısı gibi durmadan kendine çekiyorsun. Bilinçsizce içine saplandığın anlamsız düşüncelerle kendini tedavi etmek niyetindesin. Sonradan olumsuz sonuçların eşiğinde buluyorsun kendini. Bu kısır döngü durmadan devam edip gidiyor.. Ta ki kendinden bıkana kadar…
Kaldığım yerden devam ediyorum. Oyun perdesi açılıyor. Önümde bir sehpa bir tane de ip. Anlamsızca bakıyorum boş koltuklara. İpi geçmişim yerine sehpayı da geleceğim olarak aksediyorum. Sonra geçmişimi askıya alıyor, demirin soğukluğuna geçiriyorum. Çıkıyorum sehpanın üstüne, son kez beyaz koltuklara bakıyorum. Öyle bir geçer zaman ki dedikleri pek de yamana atılacak gibi değilmiş. Koltuklar bile onca ana şahitlik etmelerine rağmen yorgun düşmüşler. Ki ben nasıl yorgun olmayayım. Evet yorgunum. Ruhum yorgun benim. Kırış kırış olmuş anılarla yaşatmaya çalıştığım ruhum sonunda isyan bayrağını çekerek hınzırca karşınıza geçti işte. Ne mutlu ne de üzgün sadece büyük bir yorgunluk içinde yoğrulmuş o kadar. Ruhumun boynundan geçiriyorum yağlı urganı. Ne geçmiş ne de gelecek umurumda, bu andan sonra bugünü önemsiyorum. “ Çek şu örümcek ağlarıyla örülmüş hayatı ayaklarımın altından” diyor. Hızlı bir biçimde çekiyorum sehpayı. Nefessiz kalıyor önce .. geçmişi silerek, ayaklarıyla sehpayı arıyor.. geleceği yakalamak için.. Umutlarını siliyor üçüncü kez titrerken.. Ve dört! Varlığını sonsuza kadar silip atıyor kaderinden..
Göçebe~
(Şifresi unutulmuş blogtan kalma yazılar)
Bloğun adı mı öyle yoksa gerçekten şifresini mi unuttun? O zaman oradaki tüm yazıları buraya aktar bir gün başkası kendisine ait olduğunu iddia edemesin. Olmaz olmaz deme ben yaşadım katlanılır gibi değil. İnsanlar çok arsız...
YanıtlaSilYazıya gelince, çok güzel olmuş. Ben gerçi hüznü ve eşlik ettiği yazıları çok severim zaten. Ama her yazının duygusu geçmiyor insana. Bazısı laf olsun diye yazılıyor. Bu geçti... Beni üzmeyi başardın:) Kalemine sağlık.
Bloğumun şifresini gerçekten unuttum, baya üzülmüştüm hatta. Önceden bir forumda yazıyordum yazılarımı. Sonra o forumda kapandı. Baya yazımı kaybettim. Şifresini unuttuğum blogta fazla yazım yok. Keşke en başta oraya aktarsaydım, kader işte..
SilBeğenmiş olmana çok sevindim. Giderek kalemi güçlenen kişilerden değilim sanırım. Birkaç eski yazıma bakınca şaşırıp kalıyorum. Aslında en büyük etken "mutsuzluk" sanırım. İnsan mutsuzken daha iyi yazıyor :)
Canım senin mimledim, cevaplarını bekliyorum :)
YanıtlaSilhttp://esrailemakyaj.blogspot.com.tr/2014/12/mimlendim-3-burcunuzun-ozelliklerini.html#.VI1fH9KsWY8
Teşekkür ederim Esra :)
SilKesinlikle insan mutsuzken daha iyi yazabiliyor. pek çok kişiye saçma geliyor ama bazen sırf yazabilmek için mutsuz olmak istiyorum. :) Bu arada yazınız çok güzelmiş. Keşke yazdıklarımıza sahip çıkabilsek. benim de onlarca yazım forum sayfalarında yok oldu gitti.
YanıtlaSilO mutsuzluk istemini çoğu kez ben de diliyorum. O günlerde yaşadıklarımı tekrar yaşamak istemem tabii, orası tamamen farklı bir konu. Forum sayfalarında kaybolmalarına biz neden olduk aslında. Neden bir belleğe aktarıp istediğimiz zaman açıp okumadık? Ya da o günlerde bilinçsiz yazmanın kurbanı olduk diyelim. Bu arada yorumunuz için teşekkür ederim :)
SilBazen hayatımın mutsuz modda olmasına, bloguma girdiğim içeriklerden dolayı seviyorum. İnsan mutsuzken, düşünecek çok şeyi oluyor aslında. :)
YanıtlaSilBu yazdıklarımızı bir psikolog görmesin. Ani bir karar ile tedaviye başlar hemen.
SilMutsuzken ve uykuya dalmadan birkaç dakika öncesi beyin çok aktif oluyor. Bu sihirli bir süreçte yazılanlar katıksız duygulardan ibaret. İşte bu yüzden güzel olmalı :)
Aslında psikolog görse iyi olur he çünkü sıkıntılıyız, "doktor bize bir çare..." :)) Evet bunu yaşayan biriyim, bu ama o vakitler herkeste değişiyor bazen bazı insanlar normal uyku vaktilerini bulduklarında o saatteki uyku misal onları bütün gün idare edebiliyor. İnsanların aktiflik zamanlarını bulmaları gerek. :) Aman ne saçmaladım ben. :)
SilHer insanın biyolojik bir saati vardır ve o anı bulmak gerek. O saatlerde daha aktif ve verimli olabileceğini söylüyorsunuz sanırım. Ben bunu anladım, yanılıyor muyum? :)
SilYok yanılmıyorsun :)
SilHer telden yazabilen insan buradan da takibe alıyorum seni :) Henüz keşfettim bu blogunu. Daha çok yaz lütfen :)
YanıtlaSilUmarım daha fazla yazabilirim, teşekkür ederim Dilek :)
SilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim. Ne kadar mutlu oldum bu yorumunuz için anlatamam. Ancak forum 2 yılı aşkın bir süredir kapalı durumda. Ve iletişime geçecek olduğum kişi ve kişiler bu forumla zaten ilgilenmeyen kişilerdi. Talebimde yine ilgisiz kalacak olduklarını düşündüğüm için konuşmaya gerek görmüyorum. Giden gitti artık. Yazmış ve yazacak olduğum yazılar için önlemler alırım artık. Tekrar teşekkür ederim :))
SilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil