yukarı çıkalım mı?

19 Ekim 2014 Pazar

Ya Zaman Yanlış Ben Doğruysam - Çılgın Tavşan




Hani bazı zamanlar olur, bir hücrenin yabancı bir cismi içeriye almaması gibi kendinizi kapı dışarı edilmiş şekilde bulursunuz. Hayat sanıldığı kadar geçirgen bir yapıya bürünmeyebiliyor. Eğer siz de buna benzer bir duygunun onda birini yaşıyorsanız ne mutlu ki bana, yalnız değilim...





Kafamda birbirine tutunamayan onca düşünce o kadar kör nokta var ki, bunlarla başa çıkmakta epey zorluk çekiyorum. Ki bazen de zamana ayak uyduramamaktan şikayet ediyorum. Parşömen kağıtta alakasız, birbirlerine akraba olmayan notaların oluşturduğu ritimsiz bir müzikal gibiyim. Dinleyenim olsa dahi çözümleyebilen birisi henüz çıkmadı. Yüksek tepelerden aşağı süzülen bir çığ sesi bile daha anlaşılır sanki..


Zamanın gerisinde kalmış olabilir miyim? Doğum anıma dair hiçbir resim belirmiyor kafamda. Her şey bulanıktı. Belki de meşale ta en başından beri sönmüş bir vaziyetteydi, ben göremedim.

İçinde bulunduğum an bir yanılsamadan ibaret ve bu beni daima dışında tutuyor. Matrix’den bahsetmiyorum tabii, o yalnızca filmlerde olur. Bahsettiğim tamamıyla somut olmasına rağmen bir o kadar da gerçekçilikten uzak. Gökyüzündeki bir yıldıza hem yakın hem de uzak olmak gibi bir şey. Dokunmak an meselesi gibiyken bir türlü ona ulaşamamanın kekremsi tadı parmak uçlarınızda dolaşıp durur. O kekremsiliği duymaktan usandım ve yıldızlara dokunarak bu tadı sonsuza dek silmek istiyorum.

60lı yıllarda doğup, siyasetin altın vuruşuna yakın bir yerlerde olsaydım. Canım pahasına geri dönüşü olmayan yollara girsem, beni ben yapan değerlerimin peşinden koşabilseydim. 80li yıllara damgasını vuran kara günlerin tam ortasında olup, gerçekliğin kurşunu tarafından bir sıyırık yara alsaydım. İkiye bölünmüş ruhların tam ortasında bir yol çizebilseydim. Kimbilir, zamanın çarkları kaç milim daha ileri kayardı!

II. Dünya Savaşı’na sebep olan, namı diğer Almanya’nın führeri Hitler’in sekreteri olsaydım. O, saniyede kaç harf yazdığımı hesaplarken, kafamda yer eden onca tilkiye salık verip, planlarını gün yüzüne çıkarabilseydim. Böylece hastalıklı planları uygulanmadan hayatına son verilmiş olabilir, masum insanlar huzur içinde yaşamlarına devam edebilirdi. Bazen Hitler’in Yahudilere yaptığı insanlık dışı eylemlerle ilgili filmler, belgeseller, fotoğraflar görüyorum. O ölümler gerçekleşmemiş olsaydı belki de Yahudiler tamamen başka bir noktada olup, bunca zulmü yapmayacaktı. Benimkisi yalnızca bir varsayım elbet. Akacak kan damarda durmaz derler. Belki bu durum yaşanmamış olsaydı bile bu hayat yine olduğu gibi devam edecekti. Tek bir farklılıkla.. Bir despot liderin eksikliği ..

Ya da, Atatürk’ün yeni Türkiye’yi kurduğu o günlerde küçük bir çocuk olsaydım. Onun, hastalıklı bir ruh tarafından sarmalanmış, yenik düşmüş bir imparatorluktan; güçlü bir Türkiye kurduğu günlere tanıklık edebilseydim. Her sokağa çıkışında, peşinde koşar adımlarla onu takip edenlerin bacak arasından gizli gizli seyretseydim o mavi gözlerini.. Onurlu ve bir o kadar da kibirli olmayan samimi hareketleriyle, halkı için neleri göze aldığını ve neler yapacağı söylentileri eşliğinde onu dinleyebilseydim.  Başöğretmen’den ilk ders dinleyen öğrenci olmak gurur verici bir duygu olsa gerek. Onu ve fikirlerini hiçbir bulanıklık olmadan, hiç olmazsa bir bardak soğuk su ikram ederek onun sıcaklığını az da olsa hissedebilmeyi ne çok isterdim..

Yanlış zamanda doğduğumu düşünüyorum , evet!  İçinde yaşamak zorunda olduğum bu ruhsuz zaman, ne hikmetse ruhumu esir alıyor. Aynadaki siluetim bir başkasına aitmişcesine gülümsüyor.  Yine de umudumu elimden düşürmüyorum. Sanki, umduğum yola açılacak kapı bir hokus pokusla belirecek karşımda. Allice’in bir başka evrene geçip, en olmazları yaşayacağı ütopik bir dünya gibi… Şimdi saatinin tiktaklarıyla tüm hayatımı değiştirecek o çılgın tavşanın gelmesini bekliyorum..  Havuç dersem gelir misin?

Göçebe   ~ 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder