Hani bazı zamanlar olur, bir
hücrenin yabancı bir cismi içeriye almaması gibi kendinizi kapı dışarı edilmiş
şekilde bulursunuz. Hayat sanıldığı kadar geçirgen bir yapıya bürünmeyebiliyor.
Eğer siz de buna benzer bir duygunun onda birini yaşıyorsanız ne mutlu ki bana,
yalnız değilim...
Kafamda birbirine
tutunamayan onca düşünce o kadar kör nokta var ki, bunlarla başa çıkmakta epey
zorluk çekiyorum. Ki bazen de zamana ayak uyduramamaktan şikayet ediyorum.
Parşömen kağıtta alakasız, birbirlerine akraba olmayan notaların oluşturduğu
ritimsiz bir müzikal gibiyim. Dinleyenim olsa dahi çözümleyebilen birisi henüz
çıkmadı. Yüksek tepelerden aşağı süzülen bir çığ sesi bile daha anlaşılır
sanki..
Zamanın gerisinde kalmış
olabilir miyim? Doğum anıma dair hiçbir resim belirmiyor kafamda. Her şey
bulanıktı. Belki de meşale ta en başından beri sönmüş bir vaziyetteydi, ben
göremedim.
İçinde bulunduğum an bir
yanılsamadan ibaret ve bu beni daima dışında tutuyor. Matrix’den bahsetmiyorum
tabii, o yalnızca filmlerde olur. Bahsettiğim tamamıyla somut olmasına rağmen
bir o kadar da gerçekçilikten uzak. Gökyüzündeki bir yıldıza hem yakın hem de
uzak olmak gibi bir şey. Dokunmak an meselesi gibiyken bir türlü ona
ulaşamamanın kekremsi tadı parmak uçlarınızda dolaşıp durur. O kekremsiliği
duymaktan usandım ve yıldızlara dokunarak bu tadı sonsuza dek silmek istiyorum.
60lı yıllarda doğup,
siyasetin altın vuruşuna yakın bir yerlerde olsaydım. Canım pahasına geri
dönüşü olmayan yollara girsem, beni ben yapan değerlerimin peşinden
koşabilseydim. 80li yıllara damgasını vuran kara günlerin tam ortasında olup,
gerçekliğin kurşunu tarafından bir sıyırık yara alsaydım. İkiye bölünmüş
ruhların tam ortasında bir yol çizebilseydim. Kimbilir, zamanın çarkları kaç
milim daha ileri kayardı!
II. Dünya Savaşı’na sebep
olan, namı diğer Almanya’nın führeri Hitler’in sekreteri olsaydım. O, saniyede
kaç harf yazdığımı hesaplarken, kafamda yer eden onca tilkiye salık verip,
planlarını gün yüzüne çıkarabilseydim. Böylece hastalıklı planları uygulanmadan
hayatına son verilmiş olabilir, masum insanlar huzur içinde yaşamlarına devam
edebilirdi. Bazen Hitler’in Yahudilere yaptığı insanlık dışı eylemlerle ilgili
filmler, belgeseller, fotoğraflar görüyorum. O ölümler gerçekleşmemiş olsaydı
belki de Yahudiler tamamen başka bir noktada olup, bunca zulmü yapmayacaktı.
Benimkisi yalnızca bir varsayım elbet. Akacak kan damarda durmaz derler. Belki
bu durum yaşanmamış olsaydı bile bu hayat yine olduğu gibi devam edecekti. Tek
bir farklılıkla.. Bir despot liderin eksikliği ..
Ya da, Atatürk’ün yeni
Türkiye’yi kurduğu o günlerde küçük bir çocuk olsaydım. Onun, hastalıklı bir
ruh tarafından sarmalanmış, yenik düşmüş bir imparatorluktan; güçlü bir Türkiye
kurduğu günlere tanıklık edebilseydim. Her sokağa çıkışında, peşinde koşar
adımlarla onu takip edenlerin bacak arasından gizli gizli seyretseydim o mavi
gözlerini.. Onurlu ve bir o kadar da kibirli olmayan samimi hareketleriyle,
halkı için neleri göze aldığını ve neler yapacağı söylentileri eşliğinde onu
dinleyebilseydim. Başöğretmen’den ilk
ders dinleyen öğrenci olmak gurur verici bir duygu olsa gerek. Onu ve fikirlerini
hiçbir bulanıklık olmadan, hiç olmazsa bir bardak soğuk su ikram ederek onun
sıcaklığını az da olsa hissedebilmeyi ne çok isterdim..
Yanlış zamanda doğduğumu
düşünüyorum , evet! İçinde yaşamak
zorunda olduğum bu ruhsuz zaman, ne hikmetse ruhumu esir alıyor. Aynadaki siluetim
bir başkasına aitmişcesine gülümsüyor. Yine
de umudumu elimden düşürmüyorum. Sanki, umduğum yola açılacak kapı bir hokus
pokusla belirecek karşımda. Allice’in bir başka evrene geçip, en olmazları yaşayacağı
ütopik bir dünya gibi… Şimdi saatinin tiktaklarıyla tüm hayatımı değiştirecek o
çılgın tavşanın gelmesini bekliyorum..
Havuç dersem gelir misin?
Göçebe ~
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder