yukarı çıkalım mı?

14 Eylül 2014 Pazar

İlk Savaş




Bundan yıllar yıllar önce. Savaş, henüz insanlar tarafından icat edilmemişken.. Hikayeleri süsleyen  tekerlemelerden bile çok öncesi.. Gökyüzü kardeşliğinin sona erdiği bir gün.. İnsanlık, o günü asla hatırlamayacaktı. Her zaman ki gibi bilinçaltında, silik anıların toplandığı, bir daha geri dönüşüme uğramadığı o yere uğurlanacaktı.





Renksiz, şekilsiz, sıradan varlığıyla yeryüzünün tam  üstündeydi gökyüzü. Kendini asaletli gören  kuşlar tarafından daima selamsız bırakılır, şirin sayılan uğurböcekleri tarafından hor görülürdü. Ta ki gökyüzü siyaha yakın lacivert mürekkeple boyanana kadar.Nasıl olduğunu kimse bilemedi. Aslında ne siyahtı ne de lacivert.. Oysa siması ne kadar de değişmiş, güzelleşmişti! Adeta, bakımsız bir kadına dokunan sihirli değneğin ona güzellik hediye etmesi gibi. Dahası beyaz pırlantalar, inciler dizilmişti gerdanına.  En güzel sahne sona saklanır kuralı ihlal edilmemiş olsa gerek. Son olarak Dolunay tüm ihtişamıyla sahnede yerini aldı. Güzelliğinden haberdar tavırlarıyla parıl parıl parladı, gecenin sakinlerini kendine hayran bıraktı. Bu güzellik karşısında hayran kalan ateş böcekleri kuyruklarındaki ışıkla geceye ritim tutarak halay çekiyordu. Öbekler halinde uçan yarasaların sevinç çığlıkları geceye bambaşka bir sıcaklık katıyordu. Birkaç baykuş dağların arkasından süzülerek farklı ağaçlara misafir olmuş, meraklı gözlerle etrafı süzüyor, bir şeylere anlam vermeye çalışıyorlardı. Öte yandan göğsünde kahverengi lekesi olan bir ceylan, dolunayın göz kamaştıran huzmelerinin yansıdığı dereden su içiyor, birkaç kurbağa vıraklayarak havada uçuşan sinekleri aheste aheste mideye indiriyordu. Gecenin koynundan çıkıp gelen renkli bir kelebek dolunayı kıskanmış ve ona doğru uçmak istemişti. Lakin ulaşamayacağını geç de olsa anlamış, bir yaprağın üstünde konaklayıp onu seyre dalmıştı. Balıklar, timsahlar misali suyun altından kaçak bakışlar atarak gökyüzünde oluşan bu düğünde yerlerini almışlardı. Gökyüzünü küçümseyen kuşlar ise ağaç dalları arasında değişimin nasıl bu kadar güzel ve can alıcı olabileceğini söylercesine birbirlerine bakıyorlardı. Ağır yosun kokusuna rağmen gecenin sakinleri bu güzelliğin hiçbir şey tarafından bozulamayacağına kanaat getiriyor gibiydi. Sahiden! Gökyüzüne birden bire ne olmuştu böyle?

Gece sona ermiş, siyaha yakın lacivertlik yerini yavaş yavaş açık maviye bırakıyordu. Sarı topacı andıran güneş; dağların ardından, mahmurluğu henüz silinmemiş ağaçların üstünden adım adım kayıyordu. Her adım sonrası yeryüzü daha da ısınıyor, etraf aydınlanıyordu. Çiğ taneleri yaprakların üstünde elmas gibi parlıyordu. Havadaki değişimi fark eden kelebek, bir gün öncesi dolunayın yerini sarı bir topacın almasına hemen alışmış gibiydi. Hatta bu sarı topacı daha candan, daha samimi ve daha sıcak bulmuştu. Güneş gerindikçe geriniyor ve tam tepe noktasında durup, yeryüzünü daha bir güzel ısıtıyordu. Güneşin varlığından sonra, narin eller tarafından çizilmiş görüntüsü uyandıran beyaz bulutlar birer birer sardılar mavi gökyüzünü. Renksiz zamandaki düşüncelerini değiştiren kuşlar bambaşka bir aşk ile bakıyorlardı şimdi gökyüzüne. Ve hevesle bıraktılar kendilerini bulutların arasından. Daha içten kanat çırpar hale gelmişlerdi, geçmişteki donuk ifadelerine rastlamak mümkün değildi. O sırada yan yana iki ayçiçeği, güneşin güzelliğine doya doya bakmak için başlarını güneşe doğru çevirmişti. Yeryüzündeki karıncalardan haber alan diğer karıncalar da bu manzarayı görebilmek için yuvalarından çıkıyordu. O esnada hafif bir sarsıntı yaşadı tüm canlılar ve ne olduklarına anlam veremedikleri bu duygu şiddeti giderek arttı. Bazı savunmasız küçük canlılar bir sürede havada oradan oraya sürüklendiler. O hengame arasında çiçeklerin tozları, polenler de kendilerine düşen paylarını alarak o çiçekten o çiçeğe konarak doğal yoldan tozlaşma sağladı. Böylece arıların canla başla çalıştıkları işlerinde büyük kolaylık sağlanmış olmuştu. Haliyle bu işe yine en çok arılar sevinmişti. Ve bunu sağlayan rüzgardı. Yeryüzü sakinleri; güneşe ve bulutlara hayran kaldıkları kadar, rüzgara hakkında arılarla aynı duyguları paylaşmıyorlardı.

Gökyüzü renklenmiş, her anı daha şenlendirir olmuştu. Gecesi ayrı gündüzü ayrı güzeldi.  Lakin bir yere kadar… Her ikisi de kendi olduğu yerde kalmalıydı tabii olarak. Gece gecesinde, gündüz gündüzünde. Öyle olmadı, olduramadılar işte. Gece; gündüze sataştı, yerine geçmek istedi. Gündüz, olan biteni gurur meselesi yaptı, işi inada bindirerek dolunay ile aynı zamanda çıkmak için diretti. Yeryüzünde en fazla o kalmalıydı! Bir isyandır bir kaostur gidiyordu. Gökyüzü sanki köşe kapmaca oynar hale gelmişti. Yeryüzü sakinleri bu işe anlam verememişti. Yıldızların süslediği bir gecede ansızın Güneş beliriyor.. Ya da gündüzün hüküm sürdüğü saatlerde Gece taarruza geçiyordu. Gökyüzü eski ihtişamını kaybetmiş, Güneş’i, Ay’ı, yıldızları, bulutları ile bit pazarına dönmüştü. Bunun böyle devam edemeyeceği gün gibi açıktı.

Acilen bir karar verilmesi gerekiyordu. Gece ve Gündüz son kez aynı safta olmak üzere bir araya geldiler. Uzun  tartışmalar ve kavgaların sonunda bir karar verdiler. Eşitlik!
Zaman eşit oranda birbirlerine pay edilecek ve kimsenin hakkı çiğnenmiş olacaktı. Buna göre, gecelerin kısa olduğu dönemlerde gündüzler uzun olacak ve yeryüzü devamlı sıcak, aydınlık kalacaktı. Gündüzlerin kısa olduğu dönemlerde geceler uzun olacak ve yeryüzü serin kalacaktı. Bunun yanında gece ve gündüz nöbetleri eşit saatlerde devralabilecekleri bir anlaşma yapmışlardı. Böylesi hem kendileri hem de yeryüzü sakinleri adına verilebilecek en güzel karardı.

İlk savaş sonrası ne mi kazandık? Medcezir, ekinoks, dolunay, hilal, yaz ve kış saati, mevsimler.. Farkında olmadan nelere sahip olmuşuz..  Ancak bu zenginlik bir hiç uğruna çiğneniyor. Savaş! İnsanlar birbirlerini katlediyor. Sırf daha daha fazla yerde  hüküm sürebilmek için. Oysa bir karış toprak ile de mutlu değil miyiz? Niçin bu savaşlar ve ölümler. Daha iyi bir yaşam için mi? Hiç sanmıyorum..



Göçebe~
İnci D.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder