Neler Oluyor, Anlatsana..
Zamanın yorgun olmadığı, renkli günlerin güneşe selam durduğu zamanlardan biriydi. Kaldırımların ahenkli taşlarla süslendiği, arabaların trafik kalabalığıyla darlamadığı sokakların, kuşların başka diyarlara göçmek zorunda kalmadığı mahallenin birinde sıradanlığın sıradan olmadığı bir sabahtı. Arka planda can kırmızısı bir pikaptan yükselen Cuatra Vientos. Açık kalmış ahşap pencerenin perdeleri, denizin şarkısına eşlik ederken çay çoktan demini almış.
Sabahın serinliğinde girdiği tuzlu suyun hazzını kaybetmekten korkarcasına minik adımlarla karaya çıktı. Sarı havlusuna sarınıp bir süre daha denizi gözleyip denize altı adım uzaklıktaki tek odalık evine girdi.Kısa kumral saçlarından tuzlu sular kaçışırken, kendi eliyle yaptığı asimetrik kupasına açık çay koydu. Minik bir tepsiye beş siyah zeytin, beyaz peynir, salatalık, domates, çilek reçeli, iki dilim ekmek ile oluşan bir kahvaltı hazırladı kendine. Giriş kapısının dibindeki beyaz yuvarlak metal masaya hazırladığı kahvaltılık malzemelerini koydu. İçinden Nilipek-Geçmiyor Zaman şarkısını mırıldanırken, içeride unuttuğu çay kupasını almak için geri döndü. Neden sonra sesli söylemediğini düşündü ve içinden geldiği gibi şarkıya için için eşlik etti. Geçmiyor zaman-gelmiyor o an-senden bana kalan güzel her şeyi yakan ...sesin sussun artık.. Bir tufan misali yükseliyordu nağmeler. Oysa zaman, depremlerin durulması adına en etkili ilacını sunmuştu çoktan..
Uzun süren kahvaltıları severdi. En çok denizin isot kokusunun arasında kendisi gibi kahvaltısının peşinde salınan martıları seyrederken daha huzurlu olduğu anlarda .. Martıların eğlenceli çığlıkları zihninde yankılanırken hayatta her şeyin yolunda olduğuna dair inancı tamdı. Denizin başlangıcı mı sonu mu olduğu belli olmayan o sonsuz ufuk çizgisinde güneş yavaş yavaş yükselirken günlük planlarını yazdığı minik ajandasının yanında olmadığını, halen sarı havluya sarılı olduğunu anımsayınca yüzünde hafif bir gülümseme çiziverdi. Belki de çıplaklığın huzurla bir ilgisi vardı diye düşünmeden edemedi. Lakin toplum normlarına aykırı davranmanın cezası büyüktü. Bu cezayı göze almak için insanın deli olması gerekirdi. Başını yukarıya kaldırıp gözlerini sımsıkı kapatıp "Acaba ben bir deli miyim" diye düşündü. Gözlerini kapalı vaziyetteyken ayağa kalkıp giyinmek üzere odasındaki eski ahşap gardırobu açtı.
Mini bir kot şort ve rengi solmuş siyah bir atlet tişört ile kahvaltısına devam etti. Giyinik vaziyette olduğuna göre, delilik ölçerin ibresinden bir nebze kaçabilirdi. Bu ihtimalin bulanıklığında dolanırken kapının eşiğinde yer alan çalılar arasında beyaz bir şey gördü. Ayağa kalkmadan eğildiği anda çalı arasına sıkışan beyaz şeyin bir zarf olduğunu gördü. Zarfta gönderenin adı yoktu. Kimse ona mektup yazmazdı. Bu kimden olabilirdi?
Devamı gelecek...