yukarı çıkalım mı?

7 Ekim 2017 Cumartesi

Konuşacaklarım Var





Gecenin içinden çıkıp gelen aracın farları ortamı tan vaktine çevirirken, sokak lambalarının altında volta atan sinekler afallamış, gidecekleri istikametten kısa bir sürede olsa sapıyor. Aracın arkasından kalkan toz bulutu sahra çölünden geçen deve kafilesinin geçişini andırıyor. Kulaklıktan  yükselen enstrümantal şarkı gecenin huzurunu koruyan bir nefer misali tüm bedenimi kaplıyor.


Geçmişe kayıyor zaman ve anıları bir bir yokluyor. Yeni doğan bir bebek gibi  büyük bir çığlık yankılanıyor sokaklarda. Keskin hatlarıyla her şey su yüzüne çıkıyor tüm renkler birbirine karışıyor. kara delikleri aratmayacak  karanlık hakimiyet sürüyor,  adresine ulaşamamış bir mektuptan yapılma
 uçağın kuyruğuna  can havliyle takılıyor ümitler.

İncinmiş sol omuz ağrısından daha nice büyük badireler atlatılmış olsa dahi sokak lambasının huzur veren cılız sarımsı ışığı bile işlevini tam manasıyla yerine getiremiyor. Yokluk... Bir türlü sona ermeyecek savaşlar misali can almaya devam ediyor. Ele geçirdiği kaleler, limanlar ve bedenler vebaya teslim olmuşcasına viran, anasının koynundan koparılan bebek misali aç, kıyılara vuran dalgalar kadar hırçın.

Doğum anımda bedenime hapsolan koku dışında hiçbir esans iyi hissettirmiyor. Öylece sarılıyorum ruhumun en solundan. Derin nefes ardından kuru öksürük nameleri.. Ağarmış günün çiğ taneleri üzerimde, gözlerimde gökyüzünün senfonisi. Taze çimenlerin boynunu bükmesi sızlatmıyor bu kez içimi. Uykumu zebanilere yar etmiş olmak ya da nefessiz kalışlarımda uykularımın bölünmesi bile saniyesinde formatlanmış bilgisayar misali hiç var olmamışcasına el sallıyor ufuktan.

İnatla cebelleşiyorum..Birbiriyle uzaktan yakından hiçbir ilgisi olamayacak yapbozların köşelerinden çekiştiriyorum. Sağa çevir, üste akla. Kenar süsü olan hangi cehennemin kapılarını yoklamakta? Tamamlanmıyor desenler.Bit pazarından giyinen bir kadın gibi kalakalıyor halısız oturma odasının bir köşesinde.

Sönmek üzere olan izmarit yer çekimine karşı koyarcasına usulca kaldırımın köşesine düşüveriyor. İzmaritin düştüğü yerde oluşan küçük çatlaktan bir tutam ışık gülümsüyor. Ardından büyüyen çatlak yer yüzünü ikiye bölüyor, düşlerdeki evrenin yansıması dünyayı sarmalıyor. 

Evren giderek tuhaflaşıyor, hissedebiliyorum. Benjamin Button'un hikayesi gibi hemen her şey tersten, olağan dışı hale bürünüyor. Kuşların tersten uçması, saat kadranlarının sola tiktaklaması yalnızca küçük  örnekler..

Normali sorgulamadan edemiyorsun. Peki, uçsuz bucaksız rengarenk gökkuşağının sonunda bir kazan altın ve altını koruyan bir cin oluğunu kim savunabilir? Hayaller ve acılar birbirine karışmışken bazen her şey, hiçbir şey etmeyebiliyor. Anlık pırıltılar sönünce gerçekler karanlıkta bırakıyor.

inci d.










6 yorum:

  1. hımmmmm ne güzel ve soyut bir yazı. derinlere inmişsin yaaa :)

    YanıtlaSil
  2. Keyifle okudum canım
    Blogunu takibe aldım.
    Banada beklerim
    Sevgiler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. teşekkür ederim.
      bloğunuzu ziyaret edeceğim :)

      Sil
  3. baksanaaa, işte iki hafta kadar önce arıyodum ben nette izliycek yeri handmaids tale i. blu tv diyodu, başka yerde yoktu, bulamadım. izleyen iki blogçuya sordum. biri bir yerden indirmiş, nerden indirdiğini bilmiyorum ama sölemedi, herhalde var bir siteler indirilebilen. diğer arkadaş ise ingilizce adresi verdi. ben ingilizce izledim. adres de xmovies8 :) türkçe veya altyazı istiyorsan bekle bir süre sonra düşer nasıl olsaaa :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. teşekkür ederim deep merakla bu diziyi bekler oldum bir süre daha bekleyim bakalım bir şeyler bulabilecek miyim?

      Sil