Çınar
ağacının gölgesinde kalan kırağılar henüz erimemiş, olağan ihtişamlarıyla
bembeyaz parlıyordu. Buğulanmış pencerenin yanı başında, kırmızı ruj izi olan
kahve kupası. Dünden kalmış olmalı. Alelacele yapıştırılmış duvar kağıtları bir
şekilde Edvard Munch’un çakma çığlık tablosuyla iç güveysinden hallice. Aşağı
kattan kahvaltı hazırlığının inleyen tıkırtıları yükselirken cenin pozisyonunda
uykuyu seçmek daha akıl karı, henüz çok erken. Yine de açıyorum gözlerimi
ufukta parıldamaya can atan güneşi zar zor görüyorum. Küçük kırmızı bir top misali
seke seke göğü avuçlarken güneşin batışı kadar romantik değil. Ama gözlerim,
gözlerim çok acıyor. Öylece kapatıyorum ufku.