yukarı çıkalım mı?

25 Aralık 2014 Perşembe

Kimim Ben? - Bölüm #2




Ilık bir Antalya sabahı…Yavru güvercin  mutfak penceresinden içeri girmek için can atarken, Cem başında büyük bir sızıyla uyanmıştı. Bu kötü uyanmalardan nefret etmesine rağmen önüne bir türlü geçemiyordu. Tam o sırada güvercini ve yemek masasının üstünde duran ayıklanmış pirinci gördü. Güvercin garip sesler çıkartırken Cem transa geçmiş gibi bir süre kuşa kilitlenip kaldı. Ta ki içeriye süzülen kuşun niyetini anlayana kadar…

Kuş mutfak semalarında bir oraya bir buraya uçmaya başlamıştı bile.. Yabancılık ve ortama ait olmama duygusu içinde kör olmuş, korku içerisinde bir oraya bir buraya kaçıyordu. Kah buzdolabının üstündeki ufak tefek eşyaları deviriyor, kah tezgah içinde kalmış bulaşıkları yıkarcasına kirli tabakların arasına keskin dalışlar yapıyordu. Cem onca çabası ve çevikliğine rağmen kuşu bir türlü yakalayamıyordu. Dahası ağzı, gözü her yeri kuş tüyünden yastık yapmaya  yetecek kadar tüyle dolup taşmıştı.. Kuşu her yakaladığı sandığı elinde kalan daha fazla kuş tüyüydü..Sinirleri bozulan Cem, dayanamayıp temizlik malzemelerinin istiflendiği kilere gitmek üzere söylenerek, gürültülü adımlarla merdivenlerden indi. Kapıyı hışımla açması ile birlikte kırık camdan süzülen ışıktan gözleri kamaşmış ve bir şey göremez olmuştu. Sonra annesinin, ona camı tamir etmesini söylediği günü hatırladı. Ancak işlerinden dolayı tamir etmeye fırsat bulamıyordu ve sürekli olarak erteliyordu. Yine her zaman olduğu gibi, aklının bir köşesine en kısa zamanda bu kırık camın icabına bakılmasını not etti. Umarım bu kez yapar ve tamir için para ödemek durumunda kalmazdı. Oldum olası tamircilere para vermeyi gereksiz bulmuştu çünkü.

 Annesi, babasından ayrıldığı günden yana Antalya’ya uğramıyordu.  Cep telefonu görüşmeleri ya da mesajlaşmak dışında başka bir yöntemle iletişim kurma imkanları yok gibiydi. Sanki annesi, babasından kaçtığı gibi kendisinden yani öz oğlundan da kaçıyordu. Nedenini bir türlü anlayamıyordu. Bir sorun olduğu ortadaydı, ama ne?

Rose, Cem’in biricik annesi.. Almanya'nın Bremen şehrinde, orta halli bir ailenin üçüncü ve son çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Açık kumral, yeşilin farklı bir tonunda ve hareli gözleri, düzgün bir fiziği olan güzel bir kadındı. Üniversite okumak için başka bir şehre gitmek istiyordu. Hatta farklı kıtalarda yer alan güzel bir ülkeye bile gidebilirdi. Gençti.. Hippi ruhunu kalbinde taşıyan genç Rose;  dünya haritasından işaret parmağı ile rastgele ve ani bir kararla İstanbul'a, bilmediği bir ülkenin bilmediği bir şehrine yol almayı tercih etti. Ailesi ile yaşadığı ekonomik zorluklardan dolayı bu konuda hiç zorluk çekmeyeceğini biliyordu. Tren garlarında elinde gitarı ile şarkılar söyleyerek, dans ederek bir süre geçimini sağladı. Sonra nasıl olduğunu kendisi bile anlayamadan, Türkiye’deki bir yardım kuruluşundan üniversite hayatı boyunca yüklü bir meblağa yardım alacağını öğrendiği zaman henüz 18 yaşındaydı. Mutluluktan havalara uçacağını sandı ve önüne çıkan herkesi tek tek öpmeye başladı. İstiklal Caddesi ortasında, hippi kılıklı bir kızın pos bıyıklı bir amcayı öpmesi ne kadar hoş karşılanır, bunları hiç önemsemedi bile. Öylesine çılgın, günübirlik yaşamaya alışmıştı ki, tüm sistemler ona karşı oluşturulan bir duvar gibiydi sanki. Ta ki Cem’in babası Cemil ile tanışana kadar…

Cemil;  İstanbul Üniversitesi -Hukuk Fakültesi 3. Sınıf öğrencisiydi. İnce uzun vücudu, 80’lerin moda anlayışıyla giyinen, gri-siyah tonlarında hafif omuzlarına inen saçlarıyla dikkat çeken yakışıklı bir tipti. Derslerde daima en önde oturur, hiçbir şeyi kaçırmamak için canla başla dinler, öğretim görevlilerinin ve profesörlerin mimiklerine kadar her şeye dikkat ederdi.  Okumayı ve araştırmayı da çok sevdiği için zamanla gözlük kullanmaya mahkum olmuş olmasına her ne kadar içerlese de okumayı asla bırakmadı. Bu aşkını gözleri görme yetisini kaybedene kadar sürdürmeye ant içti. Ve bir gün ders esnasında kapı açıldı.. İçeriye Türk kızı olmadığı ilk görüşte belli olan bir kız girmişti. Cemil beyninden vurulmuşa dönmüştü..İlk defa kalbi yerinden fırlayacak gibiydi, yerinde duramıyordu.. Aşık olmuştu!

Aklında küçük bir hayal sahnesi kurdu ve oyuncuları olması gerektiğini düşündüğü yerlere koyarak, dalgın bakışlarla bir süre izledi. Küçük bir çocuğun atlıkarınca üstündeki mutluluğu, heyecan kırıntıları bir bir düştü gözlerinden. Bazı sahneleri tam olarak anımsayamadığını düşündü. Ve küf misali bir hüzün kapladı içini. Neden ayrılmışlardı. Farklı oyunlarda yer alması gereken iki aktör olmak zorundalar mıydı? Bir şeyler yolunda gitmediği zamanlarda göğsünün üstüne bir ağırlık çöküyordu. Tam da şuan olduğu gibi…  Derin bir nefes aldı ve bu kilere neden geldiğini hatırlamak için bir süre düşündü. Zihni bulanmış bir vaziyetteydi ve neden geldiğini bir an anımsayamadı. Baş ağrısı da giderek artıyordu. Yeterince su içmeyişine bağlayacak bahanesi de yoktu.  Kafasını boynundan ayırmak ile ne kadar mutlu olabileceğini düşündü. Neredeyse başı çatlayacak ve içinden bir kuş çıkacaktı! O an neden geldiğini hatırladı. Mutfağı bir güvercinden kurtarma operasyonu..

Elindeki süpürge ile mutfağı karış karış aradı. Ancak ortalıkta kuştan ziyade kuş tüyü bulunmaktaydı. Mekan tamamıyla savaş alanından çıkmış gibiydi. Lakin düşman çok zekice davranarak operasyondan son anda kurtulmuş ve canını kendince bağışlamıştı. Mutfak resmen talan olmuştu. Masanın üstünde duran ayıklanmış ve akşama pirinç pilavı yapılacak pirinçler yerlere dökülmüş, ufak tefek kutular etrafa saçılmış, birkaç sandalye kırık vaziyette halının üstünü süslüyordu. Süpürgenin sapına yaslanmış bir vaziyette bu mutfağı nasıl adam edeceğini düşünürken telefonun çaldığını duydu ve süpürgeyi yere bıraktı. Ayaklarını sürüyerek telefonun olduğu masaya geldi ve umarsız bir şekilde telefonu açtı. “Efendim! Ne, yine mi aynı şekilde işlenmiş cinayet. Bu kez nerede peki? Anlıyorum, bugün gerekli araştırmayı yapıp yola çıkarım. Hı hı..  Sorun değil, ben hallederim. Ya da halletmek için bir şeyler yaparım işte. Tamam, yeter. Anladım diyorum.”

Arayan cinayet masasından komiser Süleyman’dı. Ve aynı şekilde işlenmiş bir cinayet vakası olduğunu bildirmek için aramıştı.  Polis olmanın zor bir yanı varsa da psikopat ruhlu, cani, katil ve hırsızlarla uğraşmaktı. “Zaten bir polis de bunun için yok mudur ?” diye düşünen Cem, yeni aldığı ve henüz öğrenemediği dizüstü bilgisayarını zor da olsa açtı. Bu katili bulmak için elinden geleni yapmalıydı.  Bu bilmeceyi çözmek onun göreviydi artık.. Ve bu gurur meselesinden başka bir şey değildi!

Bir beden.. Üç farklı adam.. Devam edecek..

İnci D. - Göçebe~



6 yorum:

  1. Bak işte ya. Ahmet'e ne yaptın:) Bisikletle işe giden ve çevreye duyarlı bir adamın var olduğunu bilmenin sevinciyle dopdoluydum:) Yazar sensin gerçi... Birleştirirsin illa ki bir noktada. Bu arada zavallı Cemil'in okumaktan gözlerinin bozulması ve buna üzülmesi beni çok etkiledi; nedense aynı şeyi daima hissetmişimdir. Cemil'in hikayesinde başka bir hüzün ve haklılık payı bulmayı diliyorum adama şimdiden ısındım. Sevgiler:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bahsettiğim şeyi uygulayabilirsem belki biraz daha fikir sahibi olabilirsin. Ancak henüz fragman niteliğinde.. Tesadüf diye bir şey yoktur. Bazı kelime oyunlarına dikkat :)

      Bazı hatalar olmuş, düzeltmem gerekecek.. Ekle, sil yaz vs derken .. :)

      Sil
    2. Ortada bir seri katil var ve bu Ahmet olabilir mi? Cem de polis. Çok anlamam ki polisiye meseleler çözmekten. Bir de Cemil oğlunun adını Cem koymuş bu da güzel olmuş sadece bunu yakalayabildim:( Ama tüyo verme daha sakin kafayla tekrar okuyacağım sonra. Kendim parçaları birleştirmek istiyorum. İlerisi de var bunu da göz önüne alacağım tabii.

      Sil
  2. Tüyo vermeyi sevmiyorum Fidan'ım. Garip olayların süregeldiği mini bir yazı dizisi.. Devamı pek yakında :D

    YanıtlaSil
  3. Yüreğinize sağlık...Sevgiler

    YanıtlaSil