yukarı çıkalım mı?

27 Mart 2014 Perşembe

Edi & Büdü



Bugün iki ördek yavrusu ile geldi bizimkiler.  Sevinsem mi üzülsem mi bilemiyorum. Karmaşık bir durum. Erzak alışverişi için gidiyorsun ve eve o sevimli sarı tüy yumakları ile geliyorsun. Sevilesi yaratıklar, buna bir itirazım yok. Hatta atalarının ataları ile tanışıklığım 3 yaşımda başlamış. Hatıralarım amatör bir fotoğrafçının kadrajından çıkan flu fotoğraflar gibi silik, net değil. Oralardan anımsıyorum artı o günlerden kalan sarımsı fotoğraflar da buna canlı bir kanıt.

Beyaz demeye bin şahit isteyen, kirli ve bir o kadar da yaramaz, boyum kadar bir ördek ile çekilen fotoğraflar. Kütlesi benle eş değerde oluşundan mı bilinmez pek bir hoyrat pek bir yeteneksiz tutmuşum hayvancağızı. Eziyet edercesine resmen. Hayvan hakları savunucuları gelseydi eminim o küçük yaşımda beni protesto bile edebilirlerdi. ( J ) Boynundan tutup bir yerden bir yere taşımaya çalıştığım, başka bir fotoğrafta zorla bir şeyler yedirme çabasına giriştiğim o ördekler. Ayı yavrusunu severken öldürürmüş. Ben de o misal elimden geleni yapmışım bu konuda. Sevginin en saf hali o dönemlerde olunca buna şaşırmak kadar saçma bir durum olamaz aslında.

Günümüz koşullarının getirdiği betonarme yapılar nedeniyle hayvanların  doğal yaşam alanları git gide yok oluyor. Bazı hayvanlar ya ölüyor ya da zor şartlar altında yaşam savaşı veriyorlar. Bunun tek suçlusu bizleriz. Aç gözlü oluşumuz, azla yetinmeyip doğayı harap etmemiz ile o küçük canlıların yaşama haklarının olduğunu unutmamız … Konuşamıyor olmaları acı hissettirmeyen bir zırh ile kaplı olduklarını göstermez. En az bizim kadar kanlı canlılar ve yaşamak onların da hakkı.

Başka bir konu da evcil hayvan satan dükkanların var olması. Küçük kafeslere, fanuslara tıkıştırılan hayvanlar… Neredeyse her gün böyle bir dükkanın önünden geçiyorum ve minik suratlarındaki o ifadeye takılıp kalıyorum. Hepsi de alıcısını bekler gözlerle sokaktan geçen insanlara bakıyorlar. Hayvanların yapısını bile değiştirir olduk. Doğal ortamından alıp önce kafeslere tıktık sonrada evlerimizde o köşeden bu köşeye sinmelerini izledik. Bir iki kez okşayıp, yemeğini suyunu verdik. 


Bahsettiğim şirin iki ördek yavrusunun bağrışları  satır aralarına karışıyor şuan. Bir yanım gelişlerinden mutlu olurken bir yanım tam aksi bir çizgide yol alıyor. Ancak vicdanın sesini kısmış satıcılarından kurtulmuş olduklarını düşündükçe aksi düşüncelerimi de sapıtıyorum. Bu arada isimsiz kalmalarını istemedim. Edi ve Büdü.. Evimizin yeni çığırtkanları her şeye rağmen hoş geldiniz.Hep beyaz kalın emi..

Göçebe~

10 Mart 2014 Pazartesi

Acele Etme, Çay Kendi Kendine Demlenir..





Bana çay pişir. Bırakalım her şey kendi kendine düzene girsin. Yavaş yavaş soyunalım. Bir şey kaybetmek korkusuyla yaşamayalım. Ne olacak endişesine kapılmayalım. Bırakalım zaman her şeyi halletsin. Bu söz bize korkunç gelmesin. Aynı ırmağa bir kere daha girelim. Acele etme, çay kendi kendine demlenir... Günlük yaşantıların küçük koşuşmaları içinde bunalmayalım, nefes nefese kalmayalım. İnsan kendini kaybediyor sonra.


Oğuz Atay

6 Mart 2014 Perşembe

Yağmur Geliyorum Demez



Yağmur utanırcasına, ağlarcasına yağıyordu. Uzun bir aradan sonra özlem giderir gibiydi. Sokak lambaların üstüne, alel acele evine kaçmak isteyen insanların omuzlarına çekimser bir çocuk misali usulca konuyordu. Tek gidişlik bir bilet almış  yolcuydu.. Gökyüzünden enfes bir törenle iniyor ve geri gidemiyordu.  Bundan mütevellit gittikçe hırçınlaşıyor, acımasız bir ritim yükseliyordu gökyüzüne.  Sezilemeyen, duyulamayan, anlamlandırılamayan bir çığlıktan farksızdı.  Bir şeyin değişmeyeceğinden emindi ama yine de geri adım atmıyordu. Kendisine bile söylemekten çekindiği bir umudu vardı ve bu her şeye değerdi.

Giderek hızlanıyordu yağmur zerrecikleri. Sokaktaki insanlar yanı sıra bitkiler ve hayvanlar da gerekenden fazla nasibini almışlardı. Bazı sokak kedileri çareyi çöp konteynırlarına sığınmakta buldu, kimileri ise balkon altlarına kaçıştı. En şanssız takım ise bitkilerdi elbet. Bulundukları saksının içinde yağmurun durmasını, durmayacaksa bile daha insaflı yağmasını umut etmekle geçirdiler. Elinde bulundurduğu güç hoşuna gider hale gelmişti yağmurun.  Çekimser çocuk yerini şımarık yağmura bırakmıştı bile..

Sonra bir rüzgar esti denizden. Yağmurun korosuna eşlik etti ve daha güzel ritimler duyulur oldu. Rüzgar arada falso veriyordu. Buna rağmen güzel bir ikiliydiler.  Sonra ne olduysa o anda olmuş ve  elektrik gitmişti. İnsanlar karanlıkta kalakalmışlardı. Hafif bir huzursuzluk oldu önce. Sonra küçük mumlar yandı,  ardından çaylar kahveler sürüldü bardaklara. Sıcak muhabbetlere daldı insanoğlu. Teknolojiyi bir kenara attı .. Unutulmaya yüz tutan geçmişlerine ayna oldular kendilerini resmettiler, anılarını sundular gümüş tepside. Çocukluklarına gittiler. Saf çıkarcı mutluluklarını sarı mum ışığında tekrar tazelediler. Bir çikolatanın lezzetini ayrıştırdılar damaklarında, bir kez daha mutlu oldular. Sevdikleri insanların yüzlerinde doyumsuz mutlululuğu gördükleri için, yalnız olmadıkları için.



Misafirlikten dönen yaşlı bir kadın gayriihtiyari bir şekilde şemsiyesini açma gereksinimi duydu. Oysa yağmur çoktan durmuştu. Etrafına bakındı yaşlı kadın. Bir ressamın paleti değmiş gibi rengarenkti sokak. Hafif bir toprak kokusu sarmıştı etrafı. Yer yer su birikintileri ile çamur göletleri oluşmuştu. Birkaç sarı yaprak da arnavut kaldırım arasındaki boşluktan kayıp gidiyordu. Gökyüzü pırıl pırıl yıldızlarla bezeliydi. Hafif bir tebessümle şemsiyesini kapattı yaşlı kadın. Küçük ama emin adımlarıyla evine gitmek üzere yola koyuldu. 

Göçebe~