yukarı çıkalım mı?

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Geçmişten Esintiler

Yüzünden hüzün dökülürcesine ağlardı
En olmadık mevsimlerin ayazında kalarak yalnızlığına sığınır,
Suskun sakin bir o kadar da hırçın bir deniz kadar dalgalı gözlerin sahibi
Kaderinin henüz neler örmeyi plandığını kafasında bir mayın gibi taşırdı..
Unutulmak pahasına konuşmamayı yeğlerdi kimi vakit, aklının kendine oyun ettiğini bilirdi çünkü..
Düşüncelerin ucu bucağı yoktu, sınırı ise hiç yoktu..
Derin labirentlerin köşelerinde öbeklenmiş örümcek ağlarının kaderine kendi kaderini bağlardı..
Gecenin ulu sessizliğinde dağdan inen kurtların gözlerinde sevgisizliği görür de yine sessizliği bozamazdı..
Korkaklığın iliklerinde soğuk bir beton gibi ağırlığını hissederek susar, kurtların ulumalarıyla kulaklarını sustururdu..
Masanın üstünde sülfürik asit misali koku yayan küflendiği her halinden belli olan insanlığın sıfatı..
Yabancılaşmaktan ziyade ona tanıdık gelmeyen ve yolunda gitmeyen bir şeyin varlığı gibi oracıkta duruyordu.
Gökkuşağı renkleriyle bezeli hayallerin dimağında bıraktığı o tadı özlercesine, bir beyhudeliğin peşinde koşarcasına soluk soluğa kalmıştı yüreği..
Unutulması zamana bırakılan her ne varsa geçmişten gelen bir hayalet misali didik didik ediyordu bedenini.
Alın yazısı kırmızı ışıkta duramayacak kadar hızlı ilerliyor önüne çıkan her şeyi yıkıp geçiyordu..
Kendi bedeninde kendinden yoksun ve bir o kadar kalabalık..
Anıların kadehinde sarhoşluğunu yudumlarken yıllanmışlığın verdiği o kekremsi koku vücudunu sahiplenmişken,
Onun sahip olduğu tek şey ise hiçliğiydi..


Göçebe..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder