yukarı çıkalım mı?

9 Nisan 2012 Pazartesi

O


Tam da hayatımın odak noktasında duruyordu. Ne ileri gidebiliyordum ne de geriye gitme yeltenecek kadar mecalim vardı. Ne zaman "Ne oldu? " diye sorsa, aklımdan binbir türlü cevap geçer ama yine de söylemezdim. Kocaman bir "Hiç" kelimesinin arkasına sığınırdım. Basit, yalın, sıradan ve bir o kadar da  kocaman  anlamları  barındıran "Hiç!". Üstelemezdi. Sustuğum zaman , konuşmak istemediğimi bilir ve beni zorlamazdı. Zaten konuşacak olsam, bir kelimeden bin hikaye yazardım, bunu çok daha iyi bilirdi çünkü.

Boğazımda düğüm düğüm gözyaşlarımı görür zoraki yüzümde gülümse çizerdi. Ağlamayı bana yasak kılan tek adam. Ve yine mutluluktan beni ağlatabilen tek kişi.. Ruh halimi saniyesinde değiştirebilen, şefkatle uzanan elleri yüzüme vuran güneş kadar kıyamet, gözleri cennet ile cehennem arasında kalmış  gölgeleri barındırıyordu. 

Bilinmez şehir masallarında anlatılan kahramanların edasıyla konuşmaları vardı. Şeytan ile melek karışımı bir şeydi. Küçük bir evi geniş kılabilecek dinmeyen gökyüzü vardı. Yalan da söylemezdi. Bir bir ansiklopedik bilgi misali döküverirdi önüne. "Deş, öğren, sorgula ve yeri geldiği zaman yargıla" dercesine. Bir başkasından yalan yanlış öğreneceğine tüm çıplaklığıyla en yalın en sade ve en gerçek haliyle benden öğren dercesine.. O böyle bir şeydi işte.. Böyle bir şey..

Göçebe..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder